Galileo Galilei’nin teleskopla yaptığı ilk gözlemlerden bugüne dek, Jüpiter hakkında pek çok sıradışı buluş yapılmıştır.
İşte, Jüpiter ve onun uyduları hakkında son 50 yılda keşfedilen en büyüleyici gerçekler:
Jüpiter, katı yüzeyden yoksun bir gaz devi olarak çekirdeğinde ağır elementlerin katı ve gaz karışımından oluşan tuhaf bir yapıya sahip.
2017’de Juno misyonu sırasında yapılan yer çekimi alan ölçümleri, Jüpiter’in merkezinin bulanık ve homojen bir çekirdek olduğunu ortaya çıkardı.
Jüpiter’in manyetik alanı, gezegenin merkezindeki metalik hidrojen tarafından oluşturuluyor.
Manyetik alan, Jüpiter’i güneş rüzgârlarından korurken aynı zamanda gezegenin volkanik uydusu Io’dan gelen yüklü parçacıkların hızlandırılmasıyla kendi enerjik akımlarını da yaratır. Bu akımlar, Jüpiter’in kutuplarında muhteşem auroralar oluşturuyor.
Jüpiter, oluşumundan milyarlarca yıl sonra bile hâlâ soğumamıştır ve bu ısı, gezegenin atmosferindeki şiddetli fırtınaları besliyor.
1979’da Voyager misyonu, Jüpiter’in beklenenden daha fazla ısı yaydığını keşfetti. Bu ekstra ısının, gezegenin kutuplarındaki auroralardan kaynaklandığı düşünüldü.
Jüpiter’in dört büyük uydusu, Galileo uyduları olarak bilinir ve gezegenin güçlü yer çekimi etkisi altında sürekli jeolojik aktivite gösterirler.
Io, güneş sistemindeki en aktif volkanlara sahipken Europa’nın buzlu yüzeyinin altında devasa bir okyanus saklanıyor ve bu da onu yaşam arayışı için ideal bir hedef hâline getiriyor.
Jüpiter’in atmosferi, hidrojenden zengin olup çeşitli kimyasal bileşiklerle doludur.
1995 yılında Galileo Probe’u, Jüpiter’in atmosferinde üç tür bulut bulunduğunu keşfetti: amonyak, amonyum hidrosülfit ve su buzu bulutları.
Jüpiter, Büyük Kırmızı Leke olarak bilinen ve yüzyıllardır varlığını sürdüren devasa bir fırtınaya ev sahipliği yapıyor. 2020’de Juno misyonu, Jüpiter’in karanlık tarafında sığ yıldırımlar keşfetti ve bu yıldırımların, amonyak gazının antifriz etkisiyle oluştuğu düşünüldü.