Yeni bir yıl, bir başlangıç, yeni umutlar!
Işıklarla süslenmiş dükkanlar, vitrinlerdeki Noel Babalar, kırmızı iç çamaşırlar, pişen hindili pilavlar, kıran kırana geçen tombalalar, saatler 12’yi vurduğunda patlatılan maytaplar, silahlarını hunharca, gelişigüzel sıkan harcayan magandalar, lar lar lar… Popüler kültürün, kapitalist düzenin sahne replikleri işte bunlar!
Peki ne oldu şimdi? Yeni yılın heyecanı, tüm o süs püs şatafat bitti, saat 12’yi vurduğunda her şey eski haline döndü Sindirella hikayesindeki gibi!
Zaman ne tuhaf değil mi, bazen uzun bazen kısa! Dünyanın güneş etrafındaki dönüşü 365 gün, biz de o dönüşün bitişini kutluyoruz Noel Baba vasıtasyla! Eğlencelerle, ışıklar, hediyelerle dönüşüne tekrar başlarken motive ediyoruz bence dünyayı! Sanki motive etmesek dönmeyecek ya da daha da arttıracak hızını! Bizim her tur başında koyduğumuz hatırlatma taşları yılbaşılar, bayramlar, seyranlar! Zamanın sonsuzluğuna attığımız çentikler, yani başlangıç fırsatları! Ne İsa’nın doğuşunun sembolü ne de miladi takvimin başlangıcı benim için! Sadece yeni değerler yeni ümitler için bir fırsat doğmuş oluyor. Yani aslında yeni yılın ne olduğunu, bizim ona yüklediğimiz anlam belirliyor!
Annem hep der ki; İçinden geçirmek yetmez, söylemek de gerek isteklerini! Bence istemek de değil, dilemek önemli olan! Ben de hem söylüyor hem diliyor hem de yazıyorum buraya, dinle 2024;
Umutlarımı nadasa bıraktım gölgende, bereketli topraklarında yeşersin huzura, mutluluğa, dostluğa dair her şey diye! Bazen üzüldüm, bazen sevindim geçen yılda. Bazen bıraktım kendimi dalgalara, dalgalandım da duruldum sonra. Çevreyi yaşarken kendimden uzaklaştım. Değiştirmeye çalıştıkça kişileri, değiştiğimi fark ettim. Konuşmaktan çok susmak gerektiğini, dinlemem gerekenin kendi iç sesim olduğunu öğrendim. Ve sustum, dinledim, öğrendim!
Kalabalık, harala gürele geçen, yenip içilen yılbaşı akşamından sonra ortalık sessiz sakinken aklıma, yeni yıldan hep bir şeyler istediğimiz geldi. Hani; “Yeni yılın size ve ailenize…” diye başlayarak kurduğumuz o umut dolu cümleleri! Oysaki hepimizin bildiği ama yüzleşmediği gerçek, yeni yılın bir şey getirmediği!
Bir şey gelecekse onu Allah’ın izniyle biz getiririz. Ama yeni yıldan beklemek, iyi hissettirir. Hani gerçekleşmezse dilekler, tutmazsa planlar, ‘ben değil o yaptı’ düşüncesiyle suçu başkasına yüklemektir.
O yüzden yeni yıla değil, kendinize inanmanız gerekir. Ben öyle yapmaya başladım artık, tamam hatalarım var, tarifleri zor, dönüşleri imkansız! Yenilgilerim, zaferlerim, keşke’lerim var bir dolu! Unutmayı yürekten dilediklerim, unutmayı beceremediklerim! Affettiklerim var bazen de affetmeyi beceremediklerim! Kendimle yüzleşebiliyorum rahatça. Hayalkırıklıklarım için üzülmüyorum artık, hayalini kırdıklarım için ise; ‘Vardır sebebi, hak etmiş demek ki’ diyebiliyorum! Çok şükür kendimi seviyorum, içimden geleni söyleyebiliyorum. Sağlıklıyım, mutluyum, umutluyum; Bunun için de Allah’a teşekkür ediyorum! Ve itiraf ediyorum; ‘3’ü bir arada’ deyince kahveyi değil duayı, şükrü, sabrı hatırlıyorum!
Şimdi şükretme zamanı, yeni yıla girebildiğimiz için teşekkür etme anı. Nefsi toparlama ve de ruhu tadil!
Bir duamız var bir de ‘Duyanımız’!
Gerisi mühim değil!
……………………………….*……………………………….
Festivalin En Şahanesi
Bembeyaz bir düş gibi sararken bedenimi, yumuşacık göğsüne yaslandığımdın sen!
Tutup omuzlarımdan, tüm sıkıntılardan, kömür karası hırslardan kurtaran, beni çekip alandın!
Can kırıklarım vardı benim, en derin yerden kesilmiş, içime işlemiş,
Acılarıma pansuman, derdime derman olandın!
“Ne kadar da romantik bir giriş oldu yaa! Bu satırların yazıldığı kişi, ne kadar şanslı valla!” dediğinizi duyar gibiyim ama sandığınız gibi değil! Bu aşk dizeleri, bir sevgiliye değil bir sevgiye methiye! O sevginin de adı; ‘Uyku’
Dünyadaki tartışmasız en iyi antidepresan! Tüm üzüntülerden, acılardan, hayalkırıklıklarından kaçıp sığınılan liman! Bilinç ve şuurun dinlenmesi, bedenin kendini resetlemesi, sorulara- korkulara mola verilmesi! İnsanoğlun un en keyifli mecburiyeti ve en kolay kaçış yöntemi!
Yeni yılının ilk gününün pazartesiye denk gelmesi ve de tatil olması sebebiyle, meşhur pazartesi sendromunun uykuya yenilmesi, yılın güzel geçeceğine dair bir işaret olabilir mi?
Ah içimdeki iflah olmaz Pollyanna! Yoktun ne zamandır ortada, bir bildiğin var demek ki!
Şaka maka uyumayı kim sevmez ki? Günün tüm yorgunluğunu, derin bir uykunun kollarında bırakmak ve rüyalara dalmak! Mutluluk hormonu serotonin salgılandığı zaman dilimi uyku, ne güzel işte, mutlu olmak için yat ve uyu! Zor bir gün müydü- çevrendekiler seni üzdü mü- insanlar ve olaylar kafanın içinde sürekli konuşup duruyor mu? Çеk o zaman en rahat pijamalarını, kucaklasın seni uyku! Doğru söyleyin, bundan keyifli bir şey olur mu?
“Uyuduk mu eşit oluruz, ne tutku, ne gurur, ne umut” demiş Melih Cevdet Anday- çok da doğru söylemiş! Kimi sert zeminde kimi rahat bir şiltede fark etmez, eşit olduğumuz nadir konulardan biri uyku! Altın varaklı yumuşacık yataklarında, gözüne uyku girmeyen, uykunun şifalandırıcı etkisini hissedemeyen insanlar da tanıdım ben, yayları gıcırdayan eski yatakta mışıl mışıl uyuyanlar da! Velhasıl yastık değil kafan, döşek değil vicdanın rahat olacak! O zaman uykun gelip seni koynuna alacak, bağrına basacak!
“Dinlenmek sana yaramış, uykunu iyi almışsın belli” diyenler! Bu modumun sebebi; Uyku Festivali!
Evet doğru duydunuz, uykunun da varmış bir festivali – ki uyku zaten festivalin ta kendisi!
3 Ocak Uyku Festivali Günü’ymüş üstelik uluslararası da bir günmüş yani dünyanın her yerinde kutlanıyormuş. İnsanların uyku ve dinlenme ihtiyacının önemini vurgulamak, iyi uyku alışkanlıklarının teşvik edilmesi için düzenleniyormuş. Günde 7- 8 saat uyumak, sağlık için mecburmuş çünkü uyku yetersizliği, birçok ve ölümcül sağlık sorunlarına neden olabiliyormuş!
Uyku, çok sevdiğin hatta en yakın arkadaşın gibi, ihtiyacın olduğunda yanında olması gereken, konuşmadan dinleyen, sımsıkı kucaklayıp seni iyileştiren! Ama zamanında geliyorsa güzel, zamansız geliyorsa, ağırlık olup düşüyorsa gözkapaklarına, onca işin gücün arasında meşgul edip seni alıkoyuyorsa o zaman çok da sempatik gelmiyor tabi kulağa! İyi bir uykunun zindeleştirdiği, daha iyi hissettirdiği gerçek de keşke bu süre 7-8 saat yerine 2 saat falan olsa mıydı ne? Yapacak, okuyacak, ögrenecek, gezip görecek onca şey de varken de uyumak onca saat, ne bileyim sanki biraz zaman kaybı gibi de! Neyse biz festivale katılalım, uykumuzu alalım, bilim insanlarının vardır bir bildiği, işlerine karışmayalım!
Ha unutmadan bir de şöyle bir inanış varmış;
Kızılderili’lere göre; Uykusuz kaldığımız gecelerin sebebi, aslında bir başkasının rüyasında uyanık olmamızmış!
………………………………………*…………………………………….
Bir ‘y’ Eksik
‘Uzaktan sevmediyseniz birini, hiç sevdim demeyin’
Gelin de şimdi cümlenin ağırlığı altında ezilmeyin!
Platonik aşkların mottosu olmuş bu sözü, kim söylemiş- anlatıyorum haydi gelin;
Buram buram hüzün kokan bir hikayesi var onun! Mezhebi yüzünden sürgün yiyen, annesini küçücük yaşta kaybeden ve üvey annesinden eziyet gören bir adamın hikayesi!
Annesini kaybedince bir evlilik daha yapan babası, baba makinist olarak karayollarında çalışmaya başlayınca evden ve çocuklarında zorunlu olarak uzak kalmıştır. Üvey annesinin eziyetleri- eziyetler de az buz değil, öyle ki kadının, yemeklerinin arasına cam kırıkları karıştırdığı hatta zehirlemeye kalkıştığı söylenir- hikayenin kahramanını bıktırır ve genç adam gizlice girdiği parasız yatılı sınavlarını kazanarak evden de şehirden de ayrılır. 1950 tarihinde Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Maliye ve İktisat Bölümünde okumaya başlar, askerliğini yaparken de fark derslerini vererek Hukuk Fakültesi diplomasını da alır. 1955 yılında sınavı kazanarak Maliye müfettiş yardımcısı olarak İstanbul’da göreve başlar ve 1961 yılında görevli olarak Paris’e atanır. Küçük yaşlardan itibaren eline ne geçerse okumaya başlasa da asıl şiirlerini yazması, üniversite zamanına dayanır. Ve şiirleri, Türk Edebiyatının en fazla okunan şiirlerinden olma özelliğini taşır. Bu usta şair, bugün hala adından bahsettiren Cemal Süreya’dır!
Süreya yazdım evet, bilerek ve isteyerek! Yanlış yazmadım yani çünkü ‘Süreyya’ olan soyadındaki y harflerinden birisini, bir iddiada kaybetmiştir kendisi! Cemal Süreyya hafızasına çok güvendiğinden telefon numaralarını kaydetmezmiş. Bir gün bir telefon numarasını hatırlama üzerine arkadaşı şair Sezai Karakoç ile iddiaya girmiş. İddiayı Cemal Süreyya kazanırsa Sezai Karakoç’un soyadı Karkoç, Sezai Karakoç kazanırsa Cemal Süreyya’nın soyadı Süreya olacakmış. İddiayı karşı taraf kazanınca da Cemal Süreyya’nın soyadı, ömrünün sonuna kadar Süreya olarak kalmış.
Büyük sanatçıların hikayeleri hep bir farklı hep bir değişik oluyor. Çocukluk yıllarını, sürgün acılarıyla geçen Cemal Süreya sonraki hayatını da sürgün gibi yaşamış. Sürekli ev değiştirmek zorunda kalan Süreye, tam 29 farklı eve taşınmış. Kolayca aşık olan, aşık olduğu kadınlara çekinmeden evlenme teklif edebilecek kadar özgüven sahibi olan şairin, bir tek alışveriş sırasında gidiveriyormuş özgüveni! Beğendiği bir şeyin fiyatını sormaktan çekinirmiş mesela, çünkü fiyatını sorduğu şeyi alma mecburiyeti hissedermiş. Bir de meyveyi veya sebzeyi, yarım kilo alamazmış çünkü bir şeyden yarım kilo alırsa satıcı kızar dermiş.
‘Kahvaltının mutlulukla ilgisi olmalı’ sözüyle aynı kafada olduğumuza inandığım bu büyük şairi, 9 Ocak’taki 34. ölüm yıldönümünde özlemle anıyoruz, bir de ustalıkla yan yana dizdiği kelimelerle!
Misal işte;
“Uğraşamam dünümle ve dünümdekilerle! Ben yarına bakarım yanımdakilerle!”
………………………………………..*……………………………….
HAFTANIN EN’LERİ;
Haftanın Faciası: Depremler ve tsunamiler ülkesi Japonya’da yaşandı! Japonya’nın başkenti Tokyo’da Haneda Havalimanı’na inen bir yolcu uçağı, sahil güvenlik uçağıyla çarpıştı! Sahil güvenlik uçağındaki altı kişiden beşi hayatını kaybederken yolcu uçağı kısa sürede alevler içinde kaldı. Japonya Havayolları, uçaktaki 379 yolcu ve mürettebatın tamamının tahliye edildiğini açıkladı! Yeni yıl, çok da parlak başlamadı, dileğim sadece bununla kalması, başka afet- dert- belanın yaşanmaması!
Haftanın Kararı: Danimarka Kraliçesi Margrethe, tahta çıkışının 52. yıl dönümü olan 14 Ocak’ta yerini oğlu Prens Frederik’e bırakacağını açıkladı! 1972’de tahta çıkan kraliçe, saraydan yapılan açıklamaya göre bir takım sağlık sorunlarından dolayı tahtı bırakmak istemiş. Gerçi biz İngiltere kraliçesi 2. Elizabeth’in tahta sıkı sıkı yapışmasına çok alışmış, ölünceye kadar da bırakmadığını görüp yaşamıştık. O yüzden bu tahtı bırakma hadisesine oldukça şaşırdık! Demek neymiş, Analar tahtını da yaparmış, bahtını da!
Haftanın Hazırlığı: İlk milli, sürücüsüz yerli tren setimiz, raylara çıkıyor! Halkalı-İstanbul Havalimanı- Gayrettepe metro hatlarında kullanılacak ilk sürücüsüz yerli metro seti, aktif hayatına başlıyor!
1.142 kişi taşıma kapasitesine sahip ve tasarım hızı saatte 132 km olan bu sürücüsüz araçlar, 120 km hızla hareket edecekmiş. Böylece de Gayrettepe ve Halkalı güzergâhlarından İstanbul Havalimanı’na ulaşım, 30 dakikaya düşecek ve kara yolu trafik yükü de önemli oranda azalacakmış! Sürücüsüz araç kısmı kulağa biraz korkutucu gelse de, trafik kadar kötü olamaz hele de akşam saatinde! Hem kim bilir bu sürücüsüz araçlar ve toplu taşıma suretiyle trafiğe de çözüm bulunabilir belki de!
Haftanın Dolandırıcılığı: Pes dedirtti! ‘Oltalama Saldırısı’ olarak bilinen yöntemle vatandaşların e-devlet şifrelerini ele geçirmeye çalışan dolandırıcılar, İBB Mezarlıklar Daire Başkanlığı’ndan atılmış gibi görünen mesajlarla e-devlet şifrelerini ele geçirip işlem yapıyorlar! Whats app, SMS mesajlarındaki ya da sosyal medyadaki linklere tıklamak hesapların ele geçirilmesine sebep olabiliyor. Kişisel verilerinizin çalınmasını önlemek ve dolandırıcılık faaliyetine kurban olmamak için tanımadığınız hiçbir linki tıklamamanız gerekiyor. Valla kanlı canlı karşımızda duran dolandırıcılar yetmediği gibi bir de sanal olanları ortada dolaşıyor. Allah hepimizi korusun bunlardan!
Haftanın Sendromu: ‘Hikikomori’ Sendromu!’ 2300 çocuk üzerinde yapılan araştırmada, çocukların yüzde 28’inin, ‘içeri çekilme, hapsedilmiş olma’ anlamına gelen ve Japonca bir terim olan ‘Hikikomori’ sendromu yaşadığı açıklandı! Videolu oyunlar oynayarak, bilgisayar başından kalkmayarak, telefon ve tabletleri ellerinden bırakmayarak daha çok yalnız olarak odalarında vakit geçiren çocukların, dış dünyadan zevk alamama, hiçbir şeyden mutlu olamama, depresyon gibi eğilimler içinde olduğunu kaydeden uzmanlar, bu sendromun hayat boyu devam etme riski olduğunu da belirttiler!
İş baya ciddi gözüküyor özellikle çocuklar için! Önlem almak gerekiyor, haydi ebeveynler!